Nükleer Santral Gerçeği
Hepimiz isterdik ki dünyamızın ekolojik dengesi hiç bozulmasın.Mevcut haliyle insanlar yeniliklere ihtiyaç duymadan yaşayabilsin ve ihtiyaçlarını sınırlayabilsin.Ne yazık ki bu sadece rüyalarımızda görebileceğimiz bir tablo.
18.yüzyıldan itibaren artan insan nüfusu ve ihtiyaçlarından dolayı sanayi devrimi gerçekleştirilmiş ve o zamandan itibarende dünyamızın ekolojik dengesini bozarak beklentilerimize cevap almaya başlamış bulunmaktayız.Bu devrimin son halkası nükleer enerjidir.Bu konuda önderlik yapan ülkeler, nükleer enerjinin stratejik öneminin farkındadırlar.Özellikle başka ülkelerin bu enerjiyi keşfetme ve kullanma haklarına engel olmak için değişik metotlar uygulanmakta ve kargaşa çıkarmaktadırlar.
Nükleer reaktör nedir? Nükleer enerji nedir? Türkiye'de nükleer enerjiyle ilgili mevcut durum nedir?Nükleer enerjinin alternatifi varmı? Aşağıdaki açıklamalar sizlere bu konuda yeterli bilgiyi verecektir.
Nükleer reaktörler, nükleer enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren sistemlerdir. Temel olarak fisyon sonucu açığa çıkan nükleer enerji nükleer yakıt ve diğer malzemeler içerisinde ısı enerjisine dönüşür. Bu ısı enerjisi bir soğutucu vasıtasıyla çekilerek bazı sistemlerde doğrudan bazı sistemlerde ise ısı enerjisini başka bir taşıyıcı ortama aktararak türbin sisteminde kinetik enerjiye ve daha sonra da jeneratör sisteminde elektrik enerjisine dönüştürülür. Malzemelerin çok çeşitli fiziksel, kimyasal ve nükleer özellikleri sebebiyle pek çok değişik nükleer reaktör tasarımı mevcuttur.
Rüzgar, güneş veya jeotermal enerji kullanımının yöresel katkılarının dışında genel enerji açığını karşılamaktan uzaktır.
Dünya elektrik enerjisi üretiminin %80'inin yenilenemeyen kaynaklardan, %19'u ise hidrolik kaynaklardan sağlanmakta, rüzgar, güneş, jeotermal, biokütle gibi yenilenebilir kaynakların payı ise %1'in altında kalmaktadır.
Nükleer santrallarda kullanılan yakıtın temin edilmesinde ve saklanmasında avantajları bulunmaktadır, 1000 MWe üreten bir nükleer santral her yıl yaklaşık 30 ton (7 m3) yakıt tüketir.Toryum madeni nükleer santrallarda "yerli rezerv" olarak kullanıldığında, ülke enerji gereksiniminin karşılanmasında çok ciddi bir alternatif olabileceği düşünülmelidir.Türkiye'nin toryum rezervlerinin çıkarılmasının, toryum tenörünün düşük olmasına rağmen nadir toprak elementlerinin değerlendirilmesi ile birlikte düşünüldüğünde fizibil olabilecektir.
Nükleer santrallarda kullanılan kullanılmış yakıtlar, 10-20 yıl süre ile santral sahasında saklanacaklardır. Bu dönemde aktivitelerinin %98'inden fazlasını kaybedeceklerdir. Asıl sorunu oluşturan uzun ömürlü radyoaktif maddeler de camlaştırılacak, camlaştırılan bu maddeler de kademeli koruma mantığı çerçevesinde kurşun, beton ve korozyona dayanıklı kaplar içine konulacak, bu kaplar da jeolojik olarak kararlı bölgelerde yerin yaklaşık 1000 m altında hazırlanacak beton zırhlı galerilerde saklanacaktır.
Dünya geneline bakıldığında yeni kurulacak nükleer santralların sayısının çok sınırlı kaldığı doğrudur, ancak her ülkenin enerji planları, kendisine özgü özellikler taşımaktadır. Bu bağlamda herhangi bir teknolojinin kullanım artış hızı, dünya ve bölgesel koşulların paralelinde, dönem dönem değişiklikler arzedebilir. Bu gün Avrupa'da bir çok ülkede yeni nükleer santral yapımından vaz geçildiği tam olarak doğru değildir. Bu ülkelerin enerji stratejilerine bakıldığında enerji açıklarını ağırlıklı olarak Fransa'dan karşıladıkları görülür. Fransa, toplam enerji üretiminin %75'ini nükleerden sağlamakla birlikte, aynı zamanda nükleer enerjiye dayalı bir enerji ihracatçısı konumuna gelmiştir. 2009 yılındaki toplam ihracatını yaklaşık olarak 100 TWh olacak şekilde planlanlamaktadır. Günümüzde Fransa'nın diğer Avrupa ülkelerine yaptığı ihracat: 17000 GWh (İngiltere), 15000 GWh (Almanya), 18000 GWh (İtalya), 7500 GWh (İsviçre).
Bazı Avrupa ülkelerinin yeni nükleer santral kurmama kararının altında, o ülkelerin bu teknolojiden vaz geçtikleri anlamı çıkarılmamalıdır. Sadece öznel koşulların getirdiği stratejiler çerçevesinde başka ülkelerden özellikle Fransa'dan enerji ithal etme yönünde tercihleri, pratikte, nükleer kaynaklı enerji kullanımında artış yaptıklarını göstermektedir. Bugün Alman Siemens firması, Almanya'da yeni bir nükleer santral kurulmasa bile, Framatom (Fransa) ile birlikte nükleer teknoloji alanında yatırım yapmakta ve yeni bir nükleer reaktör tipi (EPR) üzerinde çalışmaktadır. EPR reaktörlerinin ilk olarak Fransa'da kurulması planlanmaktadır. Ayrıca, Almanya'da ileriye yönelik toryum yakıtlı çevrimler üzerinde çalışılmaktadır.
Türkiye'ye teklif edilen nükleer santrallar için, kurucu firmanın kendi ülkesinde kurduğu santralların en yenisi örnek alınacaktır. Bu durum, TEAŞ'nin şartnamesinde güvence altına alınmıştır. Bu bağlamda, kurucu firma, mutlaka bir referans santral göstermek zorunluluğundadır.
Türkiye'deki var olan insan potansiyelinin ve kaynaklarının uygun şekilde organize edilmesi ve bu yöndeki siyasi destek, kararlık ve sürekliliğin temin edilmesi ile nükleer teknojiyi ülke yararına kullanmak olanaklıdır. Olumlu düşünmek ve bunun için gerekli adımları atmak gereklidir.Toryum potansiyelimizin de hammadde olarak "enerji dışa bağımlılığımızı" ortadan kaldırabilecek bir potansiyel olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.
Nükleer santralların işletilmesi ile ilgili Türkiye bir çok uluslararası antlaşma ve sözleşmenin altına imza atmıştır.Nükleer Güvenlik Denetimi Antlaşması ile, nükleer alanda Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Denetimini kabul etmekteyiz, Nükleer Kaza ve Radyolojik Acil Durum Hallerinde Yardımlaşma Sözleşmesi, Nükleer Kazaların Erken Bildirimi Sözleşmesi, Fiziksel Korunma Sözleşmesi, Nükleer Güvenlik Sözleşmesi gibi birçok uluslarası andlaşma ve anlaşmanın altında Türkiye'nin imzası bulunmaktadır.
Fosil yakıtlı, özellikle kömür santralların çevreye etkisi, nükleer santrallarla kıyaslanamayacak ölçüde olumsuzdur. Tam tersine, nükleer santrallar, "çevre etkisi" bakımından tercih edilmesi gereken bir seçenektir.
Normal işletme koşulları altında çalışan nükleer reaktörler, dışarıya verebilecekleri en fazla radyoaktive, normal doğal radyasyon seviyesinin %0.1-1'i ile sınırlandırılmıştır, pratikteki durum ise bu sınırların altındadır.
Oluşturulmaya çalışılan kaos, "stratejik paradoks" yaklaşımların ürünüdür.Karşı konulamaz insan ihtiyaçlarının tezahürü olan nükleer enerjiye sahip ülkeler, başka ülkelerin bundan faydalanmasına engel olmak için "çığırtkanlık" yapmakta fakat kendileri kullanmaktadırlar.
Bu gerçeğin farkında olmalıyız.
Saygılarımla.
|