İstanbul :)
İstanbul bir ruhlar şehri… Ruh… Atomun çekirdeği gibi… Bir çiçeğin, bir bitkinin tohumu gibi… O ruhun özelliklerinin farkına varmak, sulamak, beslemek, güneşine saygı göstermek gerek ki ışığını saçabilsin, etrafta uçuşabilsin, kendini ortaya koyup hissettirebilsin. Bugün, içinde ‘ruhlandırılmış şairane varlık’ olan bir İstanbul masalına yolculuğumuz…
“Bu kayıklar çok süslü ve görülmeye değer güzelliktedir. Kıç, baştanbaşa fildişi, abanoz yahut deniz aygırı dişindendir. Seksen seçme kürekçisi vardır. Her kürekte ikişer kişi bulunur. Bir tarafta yirmi kürek vardır. Kürekçiler hep beyaz mintan ve kırmızı serpuş giyerler. Kürek çekerken de çok defa haykırırlar. Sebebini bilmiyorum. Padişahın yanına aldığı vükelâsı müstesna, maiyetindeki dilsizlerle cüceler daima bir başka kayıkta takip ederler, çok kere kadınları da…”
Boğaz’ın ortasında beyaz mintanlı, kırmızı serpuşlu ve de haykıran kürekçiler… Bir başka kayıkla ona eşlik eden dilsizlerle cüceler ve de kadınlar!.. Baştanbaşa fildişi, abanoz ya da deniz aygırı dişinden…
Onlar saltanatın kayıklarıydı… Kıpır kıpır, “civelek” bu gidiş ve görüntü hayal âlemini çağrıştırsa da her şey gerçekti.
Sultanın saltanat kayığına binip suya açılması tüm kente Kız Kulesi’nden atılan top atışlarıyla duyurulur, önü sıra altı büyük kayık ona yol açmak için giderdi, ki bunların adı Sandalya’ydı. Sonra mabeyncileri taşıyan altı kayık gelirdi… Alayın iki yanında dizinin sonuna kadar zincir gibi bir sıra kayık daha… Önde giden kim varsa, yüzleri hep sultana dönüktü… Padişah kayığının dümenini Bostancıbaşı tutar –ki Bostancıbaşları kıyı boyunca asayiş, sarayın bahçe ve teftişi gibi görevlerden sorumlu kentin en önemli yöneticilerinden, bu yüzden Bostancıbaşı Defterleri de tarihi belgeler arasında en önemlilerinden– ve bir tür rehberlik yaparak sultanın sorularına cevap verirdi. Bir de, Kız Kulesi’nde dizilen, hazır bekleyen Bostancılar var ki, onlar sultan yakınından geçerken eğilerek selâma dururlardı.
Döneminin sanat üsluplarına göre süslemeleri değişti ama Osmanlı İmparatorluğu’nun hemen her döneminde -bazı istisnalar hariç- kullanıldılar. Sultanlar, Cuma selamlığı, kılıç kuşanma ve tahta çıkma gibi törenlere hep bu kayıklarla gittiler. Ayrıca şehir gezileri, tahttan düşünce eski saraya nakil, ava çıkma, ramazan eğlenceleri ve harem kadınlarının ziyaretleri için de kullanıldı bu zarif ulaşım araçları… Zarif, çok zariftiler…
|